top of page

Bozdağ Mektubu

Merhaba,

Covid salgını ne yazık yaz geldi diye bitmedi. İnsanlık, bu virüsün sıcaklık ile ortadan kalkacağına dair bir umuda sahipti belki bundan birkaç ay önce. Zaman yaşandı, öyle olmadığı görüldü. Kayıplar var acı veren. Uzaktan yakından. Acı boşuna çekilmez, gerçektir. Yaşam devam eder her şeye rağmen. Ancak kimileri de acıyı sonlandırmak için hayatını sonlandırır. Biz, yaşamdan yana olanlar, bu noktaya gelmeden acıyı en namuslu halimizle sonuna kadar bir duygu olarak yaşamaktan yana oluruz. Bu kavram, bu hesaplaşma edebiyatın, sanatın konusu olur ve işlenir. Keskin deneyim durumunu yaşatır acı bize. Önemli olan, marifet dersek buna, hayatımızın içinde sürekliliğini tutabilmektir acının getirdiği bilgeliğin, tecrübenin. Ancak her insan yaşamında acı-tecrübe-bilgelik yolunun oluşumu kolay ve herkes için eşit değil. Kaçaklarımız var çünkü. Kabımıza koysak bile kaçaklarımızı gideremediğimiz için, kayıplarımız da olur. Yeniden yeniden aynı hatalar tekrar eder, aynı hatalar ile acılara yeniden davetiye çıkarılır. Şöyle der bir meselde Tao Te Ching:

“çıkışlarını kapa Deliklerini tıka Keskinliğini körelt Karmaşalarını çöz” (Mesel 56)

İlişkilere yönelirsek, modern psikolojinin konusu olmuş şu “kaçak” konusunu, en azından beş bin yıl önce işlemiş Tao Te Ching.

Bir de “süreklilik ” konusunda bu topraklardaki arızalı toplumsal durumu düşünürsek…Bir işin nadiren, süreklilik ile yapıldığını gördüğümde, doğrusu şaşkınlıkla birleşik bir sevinç yaşıyorum. Tüm bu cümlelerim ile bilgeleşmenin sadece acı kavramına bağlı olduğunu işaret etmiyorum. Bu konu çok su kaldırır. Şimdi durayım.

Bu dönemi virüs bulaşmasını geciktirici, dış mekanlarda eylemlilik içinde olmak ile geçirdim. Sizlerin bildiği, 2020 Bademli Tai Chi buluşmaları tüm katılımcı arkadaşlara ve bana iyi geldi, besledi. İlginç iletişim örnekleri, deneyleri yaşattı. Evet, hep beraber beslendik. Bu bir dış müdahale ağırlıklı beslenmedir. Birisi çıkıyor, Tai Chi, konusundaki birikimlerini paylaşmak için topluluk oluşturuyor, organizasyon yapıyor, hayatlara dokunabiliyor ve o süreçte en içtenlikle, can bedende, akıl başta iken aktarımını yapıyor. Elbette verirken kendisi de çok alıyor. Hatta en çok öğrenen o oluyor. Ancak tüm bu silsile ile alınanı, her ne kadar bireyin iradi katılımı olsa da “taşıma su ile değirmen döndürmek” sözünün işaret ettiğine bağlarım. Aslolan bilginin alındıktan sonra da gittiğimiz her yere götürülmesi, süreklilik ile bünyemizde işletilmesi ve sonunda bizde “yaşayan” olmasıdır. Kimseye bağımlı olmadan, yola, gelişime içsel güç ile devam edebilmektir. Bu arada, yolda ortakçılık yapabildiklerimiz çıkarsa ne mutlu! İşte bu süreçte de ne yazık ciddi aksamalar gözlüyorum. Sonra olan şu: “Tabelacılık”! Yani, bir tabela altında kimlik bulma, yaşamı anlamlı kılma çabaları. “İçsel yol” diye tutulmuş yol, aslında bayağı bir “dışsal” yaşanıyor. Bunun böyle olmasının nedenlerini atlamadan, elbette yaşadığımız toplumsallık, dünyanın şu hali ile bağlantılı olduğu gerçeğini göz ardı etmeden söylüyorum. Ama ne yapalım, bir de cüret ile ortalığa düşüp, tabelacılık yapanların hayatımıza toslamaları var.

Bademli buluşmaları ardından, İstanbul’a döndük ve bir hafta sonra Bolu, Kartalkaya yolu üzerinde hoş bir mekânda kaldık. Küçük bir grup ile ileride, hafta sonu Tai Chi çalışmaları yapabileceğimiz bir butik otel. Hele işaret ettiğim mekânsal hazırlıkları yaparlarsa, rahatça olur bu. Adını vereyim, Villa Neva. 950 m. irtifaya sahip, günü birlik orman yürüyüşlerini yapabileceğiniz bir mekân.

Şimdi Bozdağ’a geleyim. Benim kadim bir dostum var. Üniversite yıllarında aynı bölümde olup (ODTÜ-Elk) temas etmediğimiz, ancak 12 Eylül darbesi ardından yüksek kırılma yaşayan kuşağımın anlayacağı bir yakınlaşmayı, aynı şirket içinde buluşarak yaşadık. Kendi içinde rekabet eden, didişen bir ekip yerine, dayanışan ve bu yolla üretken, verimli olan bir ekibin çekirdeği olduk. Ben 2001 yılında şirketten ayrılıp, hattımı tamamen Tai Chi Chuan çalışmaya, öğretmeye çevirdim. O, daha 2019 sonunda emekli oldu. Yıllar içinde bağımız hiç kopmadı. Ülke politik gündeminde yeri geldi, ikimizden biri telefon açtı; “geliyor musun?” dedi. Bir miting ya da gösteri için. Yeri geldi ayrı düşündük, tartıştık. Ama hiç güven sorunu oluşmadı aramızda. Birbirimize gerçek olduk. Duyguların sıcaklığı içinde belki diğerinin ne dediğini duymaz olduk. Ama güven asla yok olmadı aramızda. İşte bu! Güven duygusunun nasıl büyük bir zenginlik olduğunu verdi hayat. İnsanın, sorgusu olmadan, “amasız, fakatsız” her şeyini teslim edebileceği bir dostu olması ne büyük zenginlik. Bu kavramlar; arkadaş, kardeş, eş, yoldaş. Varsa hayatımızda, gerçek zenginlik. Ancak tabela haline gelmemişse. Söz, ses üreme eylemine sadık yaşanıyorsa.

Arkadaş: Kavgada güvenirsin, önünü sen görür, kollarsın. Arkanı kollamak kolay değildir. İşte onu, sırtını verdiğin arkadaş yapar.

Kardeş: Karındaş, ananın karnı sana da, ona da bu gezegende ilk ortak mekândır. Ana-baba şifrelerini yüklenmiş olarak yüksek ortaklıklar ile bu sıcak, güvenli ortamda dış dünyaya hazırlanırsın. Aile ortamında yüksek arızalar yoksa sevgiyle, iletişimin ilk deneylerini onunla yaparsın. Hayata hazırlanırsın. Ömür boyu bağın vardır.

: Eksikliğini tümleyendir. Sen bir kanatsan, o diğer kanattır. Bu iki kanadın uyumlu çırpması ile birlikte, yaşama uçulur. Keyif de vardır bu uçuşlarda, zor yerlerden geçmek de. Ne keyif bozar ahengi, ne zorluk. Bunun için adı eştir. Uğruna can verilir. Ne eskidir eş sevgisini ifade etmede, Dede Korkut hikâyelerinden Deli Dumrul’un hikâyesi. Azrail gelip kapısına dayandığında ana, babası vermez canını oğullarının yerine. Eşi kabul eder gönülden can vermek, Deli Dumrul’un canı yerine. O da, eşine sevgisinden bunu kabul etmez.

Yoldaş: Aynı yolu tutanlar. Bir idealin gerçek olmasına birlikte cüret edenler. Bunun için yan yana olup, birbirine güvenle bağlananlar. Bireycilikten uzak, yollarında ortaklaşabilenler.

Özdemir Asaf’tan

Bütün renkler aynı hızla kirleniyordu, Birinciliği beyaza verdiler.

Çağımızı ifade ediyor yeterince.

Arkadaşım beni aradı. “Süha, ev bayağı ortaya çıktı. Senin elinden geliyor. Yer döşemelerini (rabıta) sen yapar mısın? Bütün alet edavatım var!”

Ev dediği, Ödemiş-Bozdağ’da küçük bir köy evi. Yıkılmış, yaşanmaz halde. Eşi ile oralarda gezerken “satılık” levhasını görüyorlar ve eşinin itelemesi ile evi alıyorlar. Yine eski arkadaşlarından biri “biz zaten bu tarz işler yapıyoruz, sana maliyetine bu evi yeniden ortaya çıkaralım” diyor. Bozdağ’ın bir tarafında Ödemiş, diğer tarafında Salihli var. 1200 m. irtifada. Ödemiş ile Bozdağ ısı farkı gün sıcağında en az on derece. 1200 metrede bereket fışkıran bir vadi. Ben hiç en az bin yıllık çınar görmedim. Orada var. 700-800 yıllık kestane ağaçları görmedim. Orada var.

Tam da zamanı bu teklifin bana gelmesinde. Hemen evet dedim çağrısına. Sohbet ederek, sekiz saat süren rahat bir yolcuk ile vardık. Taş taş üstüne konmuş, köy meydanına açılan bir sokağın neredeyse başında kendi yalnızlığında bir taş ev. Kot farkı ile yan cepheden inildiğinde 250 m2 kadar bahçesi de var. Kiraz ve iki ceviz ağacı ile. Domates fideleri için güneş alan tarafı da. Bahçe katı ve evin çatı yapısının açık görüldüğü üst kattan oluşuyor. Eski şömine gayet güzel onarılmış. Nasip olursa, geri kalan eksiğini yapmaya talibim.

Hemen başladık rabıta döşemeye. Kestane seçmişler. Sert, suya dayanıklı ağaçtır kestane. Tekne yapımına uygun. Ancak ağaç biçme kalitesi pek iyi değil, firesi fazla. Buna rağmen tasarrufçu davranıp, kaybı en aza indirme felsefesi ile döşüyorum. Zemine eğil, ölç, kalk, biç. Binlere tekrar. Yine tekrarın tekrarsızlığı! İyi tekrarın iyi örüntü yaratması. Hayat budur. Neyi tekrar etmeyi seçiyorsak, onun örüntüsü ortaya çıkar. Bu da iradidir. Seçeriz!

Ancak bu yapının ortaya çıkmasını düşündüm. Yörenin taşı ile tek tek döşenmiş. Birden duvarlara baktım. ”Bütün bu taşlara el değdi” dedim.

Afgan İsmail:

Dünyanın düzeni göçler yaratıyor. Türkiye inşaat sektöründe artık Kürt işçiler değil, göçmen işçiler varmış. Bunu öğreniyorum. İşte bu taşları döşeyen işçi Afgan İsmail ve arkadaşları. Bir üçlü, üçü de okuma yazma bilmiyor. Arkadaşım soruyor “ama neden?” diye. “Savaş, abi, Taliban” diyorlar. İsmail inançlı bir Müslüman. Arkadaşım, onun temizliğini anlatıyor. Görev gereği, Suriye, Irak gibi ülkelerde olmuş biri. Karşılaştırmalı temizliğini övüyor İsmail’in. Onun yaptığı pilavı gönül rahatlığı ile yediğini söylüyor. Ancak İsmail’in inancı Taliban’a yetmiyor. Onlar, bizimki gibi inanacaksın diyor. Köylerinde Taliban hâkim. İnanç, vicdan ile bağ kurmamışsa en tehlikeli silah oluyor. Nasıl kaçtıklarını, Türkiye’ye nasıl girdiklerini anlattırıyor İsmail’e arkadaşım. Bu hikâye bana altın vuruş oldu:

İran-Türkiye sınırında karlı bir geçitteler. Değişik milletlerden. Bu işi para karşılığı organize edenler; “şimdi bu bölümü çok hızlı, olabildiğince çok hızlı geçmeniz gerekiyor!” diyor. Hızla ileri fırlıyorlar. Bir ara İsmail’in gözüne geride, karlar üzerinde bir karaltı ilişiyor. Bakınca, bunun bir bebek olduğunu fark ediyor. Soruyor gruptakilere. Bir aile, iki çocuklu, biri kundakta. “Neden böyle yaptınız? Neden bebeği orada bıraktınız?” diyor. Baba, ” bırakmak zorunda idik. Bebeğimizi alsaydık, daha yetişmiş, koşabilen çocuğumuz ve anne tehlikeye girecekti. Seçim yapmalıydık” diyor. Afgan İsmail, geri dönüyor, koşuyor, bebeği karlar üzerinden alıyor. Bebek kucağında koşarak yeniden grubun arasına katılıyor. Kadın, anne, ağlayarak gelip, İsmail’i sarıyor:" bundan böyle kardeşimsin!

Gözlerim doluyor, içime ağlıyorum.

Bu İsmail, bu yapının anlamını değiştirdi bende. Bağlar kurdum.

Nazım’ın

Yapıcılar türkü söylüyor Yapı türkü söyler gibi yapılmıyor ama.

Dizeleri geldi birden aklıma.

Kim bilir, gün olur, bu evi tam bitirip, yaşanır hale getirdikten sonra, ortakçı bir ortam yaratarak bahçesinde Tai Chi çalışmaları yaparız. Sokaklarına dökülen vişne, erik, elmalardan toplarız. Anıt ağaçları ziyaret eder, onlara sarılırız.

Genç Afgan İsmail’in yaşamında bu gerçeklik var. Afgan İsmail’in o bebekle ve annesi ile bağı var. Peki siz şimdi kendinize sorun her şeye rağmen, pandemiye rağmen, sizin hangi değerleriniz var? Hangi bağlarınız var? Ne kadar farkındasınız? Neye, nasıl sahip çıkıyorsunuz? Can bedende, akıl başta iken özenle koruyor musunuz?

Sağlık, sevgi, özen ve iyi eylemde kalın.

Süha Ertekin

11 Ağustos 2020

Recent Posts

Archive

Search by Tags

No tags yet.

Follow us

  • Facebook
  • Twitter
  • Instagram
bottom of page